İyi Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Bilge Yılmaz: AKP dövizi karneye bağlamaya doğru gidiyor
Seçime sadece 51 gün kala gündem ağırlıklı olarak işin ikinci tura kalıp kalmama ihtimali üzerinden gidiyor. Memleket Partisi lideri Muharrem İnce ve İyi Partili Yavuz Ağıralioğlu tribünleri hareketlendirmekle meşgul. Kriz, kavga dövüş olmayınca rahat edemeyen ruh halinden arınmanın bir süre daha mümkün olamayacağını kabullenmekle oradan arkamıza bakmadan uzaklaşma dürtüsü arasında bir yerdeyiz. 14 Mayıs’a futbol maçı muamelesi yapmak yerine seçimimizin hayatlarımız üzerindeki olası net sonuçlarına dair detaylı analizlere enerjisi kalanlar için sağlam bir söyleşiyle geldim.
İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Prof. Dr. Bilge Yılmaz tanıdığımız siyasetçilere hiç benzemeyen biri. Bunun akademisyen olmasıyla da bir ilgisi yok. Akademiden Türkiye siyasetine geçiş yapan çoğu isimden çok farklı. Pratik ve pragmatist tarafları sanki akademik kariyerine ağır basıyor. Sadece bir buçuk sene önce siyasetçi rozeti takmış birisini göre çok iddialı. İddialı bir siyasetçiye göre ise üslubu fazla mütevazı. Yarış boyunca nabzı 80’nin üzerine çıkmayan araba yarışı pilotu gibi adeta.
Ben kendisiyle yaptığımız söyleşiyi yayına hazırlarken Amerika’nın ekonomi alanında önde gelen medya kuruluşlarından Bloomberg, Millet İttifakı’nın seçimi kazanması durumunda ekonomi yönetiminin Bilge Yılmaz’a teslim edileceğine dair bir kulis haber yayınladı. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Bilge Yılmaz bakanlığa talip olduğunu saklamıyor ancak masada kendisi üzerinde henüz bir anlaşma olmadığını da ekliyor.
Millet İttifakı’nın ekonomik hedeflerini de ekonomide içerde ve dışarda geçirdiğimiz hafta içinde yaşanan kritik gelişmeleri de konuştuk. HDP’nin kapatılma olasılığı, ABD’deki Halkbank davası, AKP iktidarının Cemal Kaşıkçı cinayeti dosyasını neden kapattığı gibi dikenli alanlara da girdik.
“Takım arkadaşlarımın gizlenmesi gerekiyor”
-Birkaç yerde ABD’de akademisyenliği bırakıp siyasete giriş hikayenizi dinledim. Sanki başta siyaset niyetiyle değil de Türkiye’nin ekonomisini kurtarmaya yönelik bir sivil toplum faaliyeti gibi yola çıkmışsınız.
Biz yardım edelim diye yola çıktık ama nasıl yardım edeceğimiz konusunda başta çok daha muhafazakardık. İsmimiz olmasın, perde arkasında kalalım, teknokrat olarak kalalım. Böyle bir yaklaşım vardı. Türkiye’nin ihtiyaçlarından ve bizim fark yaratacağımıza ilişkin inancımızdan kaynaklanan bir hareketti. Ancak politik bir hareket olması planlanmıyordu. O çok daha sonradan gelişti. O başlı başlına sancılı bir süreç. Ben grup adına bir partiyle ilişki kurarken arkadaşları kaybetmek istemedim. Muhalefet seçimi kazansın diye biz muhalefete vatanseverler olarak yardım edelim diye yola çıktık. Bu tabii kutsal bir görev ama bir partiyle yol yürüneceği zaman kişisel tercihler ya da politik görüşleri çatışabiliyor. O tabii daha zor bir süreçti ama başarılı bir şekilde atlattık.
-Vatansever bir gruptan bahsediyorsunuz. O grup içinde şu anda artık İYİ Parti rozetini takmış ve siyasetçi olmaya karar vermiş sizin gibi kaç kişi var?
O gruptan kimse siyasi bir kimlik almadı çünkü o grubun büyük çoğunluğu bürokratik görev alacak. Onlar benim çalışma arkadaşlarım. Ama benden dolayı aynı zamanda elbette İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı’nın adı konmamış danışmanları. O anlamda aslında tanınmasalar da aslında bir siyasi pozisyon aldılar.
-Peki biz neden hala bu insanları tanımıyoruz? Neden hala isimlerini gizliyorsunuz?
Bir kısmının gizlenmesi gerekiyor çünkü Türkiye zor bir ülke. Biliyorsunuz iktidar akademide ya da özel sektörde muhalefete destek olan insanları işten attırıyor. Şu anda bu insanların bir kısmı bankacılıkta, bir kısmı akademide. Onları korumak adına yapıyoruz. Bir de bu insanların büyük bölümü uzun vadede de bürokrat olarak kalmak istiyorlar, siyasi bir kimlik ya da kariyer istemiyorlar.
“Anlaşma olduğu için değil, iyi yapacağımı bildiğimden bakanlığa talibim”
-Son dönemde yaptığınız açıklamalarda çok net biçimde bakan olarak ekonomi yönetimini devralmaya hazır olduğunuzu söylediniz. Altı parti içinde hiçbir diğer alanda henüz sizin dışınızda birisinin kamuoyu önünde ben göreve talibim dediğini duymadım. Tabii kimlerin hangi görevlere heves ettiğini kulislerden biliyoruz. Ama bu kadar açık biçimde sizin gibi iddia koyan kimse olmadı henüz. Bunu böyle bir özgüvenle açıklamış olmanız “Acaba ekonominin İYİ Parti’ye bırakılması konusunda Meral Hanım diğer liderlerle anlaştı mı?” sorusunu da birlikte getiriyor.
Hayır, Altılı Masa’da böyle bir anlaşma yok. Ben bu işe kalkıştığımdan beri ekonomi yönetimine adayım, ya da grup olarak biz adayız. Bu çok doğal bir şey. Zaten böyle bir iddianız yoksa bunu yapmamanız lazım. Arkamda bir siyasi anlaşma olduğu için değil bu işi iyi yapabileceğimizi bildiğimden bunu söylüyorum. Fark yaratacağımıza eminiz, onun için de hazırız. Bize görev verilirse benim her kadroyu doldurabilecek hazırlığımın olması lazım. Ben her konum için en iyi olduğunu düşündüğüm insanlardan bir kadro hazırlayayım. Daha sonra masada diğer partilerin başka fikirleri varsa değiştiririz. Bu şu demek değil; ben her şeyi hazırladım, herkes benim takımımı kabul edecek. Hayır. Ben tek başımıza iktidara gelecekmişiz gibi hazırlığımı yapıyorum ama bir yandan da diğer partilerin bazı kurmaylarına benim takımda yer açmış durumdayım. Diğer partilerde bizim çok ihtiyacımız olan bazı insanlar var. Onları biz zaten bizim takımda görüyoruz.
-Şu an masadaki mutabakat genel başkanların cumhurbaşkanı yardımcısı olması bakan olmamaları üzerinden yürüyor diye anlıyoruz. Bu senaryo üzerinden DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın bakan olmadığını düşünelim yine de ekonomi yönetimine talip olabilir. Zira ekibinde AKP’nin ilk döneminde önemli roller almış isimler var. Seçimi kazanırsanız ekonominin yönetimi konusunda Ali Babacan ile sizin aranızda bir çekişme olur mu?
Benim tarafımda öyle bir çekişme yok. Sonuçta biz fark yaratacak bir ekip kurduk. Millet İttifakı içinde milletin desteğini alacak en büyük parti İYİ Parti olmayabilir. Ama toplam siyasi iradenin en iyi takımı kurması gerekecek. Ben bu takımı kurmak için bir inisiyatif kullanıyorum. Ali Bey de kurmuş olabilir ama bana öyle bir şey söylemedi.
“Babacan’la pazarlık mevzu bahis değil”
-Görüşüyor musunuz kendisiyle birebirde?
Görüşmüşlüğüm var ama ben Ali Bey ile sık sık görüşmüyorum. Ali Bey benim muhatabım değil. Zaten çok farklı geçmişimiz ve hayat tecrübemiz de var. Tabii Ali Bey’in partisinde görüştüğüm ve çok beğendiğim insanlar da var. Ama bizim Ali Bey ile öyle bir pazarlığımız mevzu bahis zaten değil. Görüşmemiz icap ederse görüşürüz. Ben basındaki bu gerginliği biraz suni buluyorum.
-Ekonominin yönetimi için İYİ Parti ile DEVA arasında gerginlik yaşanabileceğine dair yorumları mı suni buluyorsunuz?
Evet. Bence bu tartışmalara gerek de yok. Sonuçta bu bir görev paylaşımı ve orada yetkinlik, liyakat çok önemli. Geçmişte yapılan hataların yeniden yapılmaması lazım. Orada ben ısrarcıyım.
-Geçmişte yapılan hatalar derken neyi kastediyorsunuz?
Türkiye’nin 100 yıllık tarihinde, AKP’nin 20 yıllık iktidarı sırasında Türkiye ekonomik olarak çok ciddi hatalar yaptı. O hataların tekrarlanmaması lazım.
-AKP’nin 20 yılının bir bölümünde de Ali Babacan ekonomi yönetiminin başındaydı.
Önemli bir kısmında evet başındaydı. Ben zaten siyasete girdiğimden beri AKP hükümetinin yaptığı hataları anlatıyorum. Ama bu kimsenin şahsına yönelik değil. Önemli olan ülke olarak doğru teşhisleri koyalım ki aynı hatalar bir daha yapılmasın. Bir de tabii dünya değişiyor. 15 yıl önce doğru olan artık doğru olmayabiliyor. Onları da doğru teşhis etmek lazım. Ben size bir örnek vereyim ve bunun Ali Bey ile ya da başka bir idareci ile ilgisi yok. Türkiye cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman teşvik politikalarına dair veri toplayıp hangisi başarılı olmuş hangisi olmamış diye bakarak veriye dayalı bir politika geliştirmemiş. Biz bu tür daha önce yapılmamış yollardan giderek Türkiye’ye sınıf atlatma iddiası taşıyoruz. Daha önce yapılmış hatalardan ders alıp onları tekrar etmemek üzerine çok ciddi bir çalışmamız var. Benim mücadelem Bilge Yılmaz’ın bir yere gelme mücadelesi değil. Her bir kadroya gelecek en iyi insan kim? Liyakat, dürüstlük ve vatanseverlik. Vatanseverlik önemli çünkü bağlılıkları ülkenin ve milletin çıkarına olmalı.
“AKP’nin bürokrasideki “bizden olsun” yaklaşımı bitecek”
-Ekonomi konuşurken vatanseverlik kavramını neden kullanma ihtiyacı hissediyorsunuz?
Ekonomide en önemli terim liyakat. Vatanseverlik ise tüm bürokratik kadrolar için geçerli. Çünkü Türkiye’nin bu konuda çok acı tecrübeleri var. Türkiye’de belli dini gruplar devlette kadrolaştılar. Ve sonuçta bu insanların sadakatlerinin Türkiye Cumhuriyeti’ne olmadığı ortaya çıktı. Bu tür kadrolaşmalara müsaade etmemek lazım.
-Gülen cemaatini kastediyorsunuz…
Sadece Gülen cemaatini değil.
-Onların tasfiyesinin ardından bugün de Türkiye’de devlet kurumları içinde vatansever politikalar uygulanmasına engel grup ya da kadrolar var mı sizce?
Bakın bunların hepsi semptom. Olabilir. Çünkü hastalıklı yapıyı siz tedavi etmezseniz bu tür gruplar çıkacaktır. Önemli olan bunlara baştan müsaade etmemek. Bu tabii önemli bir konu ama bizim için asıl liyakat önemli. Onun gölgede kalmasını istemiyorum. Türkiye’de herkes vatanını en çok kendisinin sevdiğini iddia ediyor. Öyle tuhaf bir durum da var. Liyakatten ziyade bizden olsun, bizim gruptan olsun şeklindeki yaklaşım maalesef AKP iktidarı sırasında birinci derecede etkin oldu. Bürokraside onun önüne geçeceğiz. Biz Millet İttifakı içindeki tüm partilerden liyakatli kadrolarla birlikte çalışmak istiyoruz. Ülkenin çıkarları doğrultusunda işini iyi yapan insanlara ihtiyacımız var. Vatanseverlikten kastım o.
“Türkiye’nin problemleri Türkiye kaynaklı”
–ABD’de Silicon Valley Bank‘in batmasının ardından Signature Bank iflasını açıkladı. Bu trend 2008 yılındaki bankacılık krizini akıllara getiriyor ister istemez. Türkiye’de şu an bankacılık sektörünün sağlam olduğu kanısı hâkim.
Ekonomisi halihazırda kuvvetli bir türbülanstan geçerken Türk bankalarının ABD’de yaşananlardan etkilenmeyeceğinden emin olabiliyor muyuz?
Türkiye’nin problemlerinin çoğu Türkiye kaynaklı. Bankacılık sektörü de dahil Türkiye ekonomisinin pek çok problemi var ama bunlar hep kendisinin yarattığı problemler. Dünyadan gelen etkiler her zaman olacaktır. Bu yılın ikinci yarısında da ağırlıklı olarak olumsuz etkiler gelecektir.
Pandemi sırasında dünyada hem mali hem de para politikalarında genişlemeci politikalar izlendi. Biz bu genişlemenin bedelini henüz ödemedik.
Suni biçimde sisteme çok para sokuldu, o tabii enflasyonist baskı yarattı. Sonuçta özellikle Amerikan Merkez Bankası olmak üzere ABD tüketimi azaltma yönüne gitti. Ama bu pek bir işe yaramadı. Şimdi enflasyonu kontrol etmek için ya arzı arttırmanız ya talebi kısmanız lazım. Arzı kısa vadede arttırmak kolay değil. O yüzden ABD talebi kısarak ama faizleri arttırma yoluna gitti. Daha sonra fark edildi ki arttırılan faizler uzun vadeli bono portföylerini vurdu, küçük ve orta boy yerel bankaları zorladı. Yerel bankalar üzerinden bir kredi daralması yaşanmaya başladı ve yaşanmaya devam edecek. Bu da tüketicinin kırılamayan talebini dolaylı olarak kıracak. ABD Merkez Bankası sonuçta enflasyonu kontrol edebileceği bir şekilde finansal koşullarda daralmaya yol açtı. Biz şimdi onun sonuçlarını yaşamaya başlayacağız. Silicon Valley Bank’in batışı bunun bir sonucu. Ama o bankanın çok kendine has özellikleri var. Genelde girişimcilik sermayesi üzerine çalışan tek yönlü bir portföyü var. 250 bin dolarlık sigortanın çok üzerinde mevduatı var o şirketlerin. Onun için de o tür bankalarda devletin verdiği güvence yeterli değil. Dolayısıyla da o tür bir banka mevduat çekme türü bir atağa son derece maruz bir banka ve o oldu. Amerika’daki bankacılık sektörünün tamamı 600 küsur milyar dolar gibi bir para kaybetti ama bu Amerikan bankacılık sektörünü öyle krize sokacak bir miktar değil. Böyle küçük bankalarda bazı hastalıklar belirdi.
-ABD’de başladı sonra Avrupa’da geçen hafta bir Credit Suisse vakası yaşandı. Bu trend yayılma eğiliminde mi?
Credit Suisse başka bir konu. Credit Suisse yıllardır çok kötü yönetilen bir banka. Hata üzerine hata yapmış, birçok konuda suçlu bulunup devletlere ceza ödemek zorunda kalmış bir banka. Credit Suisse’in problemleri bu ABD’de görmeye başladığımız süreçten önce de vardı. Ama tabii ki bankacılık sektörü böyle mercek altındayken insanlar tedirginken hastalıklı kurumlar yatırımcının güvenini kaybetmeye daha açık olur. Tam da o oldu. İkinci ve üçüncü çeyrekte dünyanın en büyük ekonomilerinde bir duraklama riski var. Bunun getireceği olumsuz etkiler var. Türkiye bunlardan etkilenecektir. Ama Türkiye’nin durumu bu ihtimalden dolayı zora girmeyecek, Türkiye’nin durumu zaten iktidarın yapmış olduğu hatalar nedeniyle çok zor. Belki işimizi biraz daha zorlaştıracak o kadar.
“Büyük sayılar kanunu diye bir şey var, depremde can kaybı açıklanandan çok büyük”
-Deprem sonrası karşı karşıya kaldığımız tablo her boyutuyla çok ağır. Can kayıplarımızdan ve olayın psikolojik boyutundan ayrı bir soru sormak istiyorum. Hükümetin hasar tespit hesabı 100 milyar doların üzerinde. Eğer seçimi kazanırsanız depremin ekonomik de dahil bütün enkazını siz devralacaksınız. Muhtemeldir ki özellikle ekonomik tablo seçim sonrasında daha yakıcı bir noktaya gelmiş olacak. İYİ Parti ekonomi takımı olarak hazırlıklarınız ve projeksiyonlarınız 6 Şubat öncesine göre ne kadar dramatik etkilendi? Ya da etkilendi mi?
Türkiye’nin 6 Şubat’tan önce de zaten şartları çok ağırdı. Biz zaten bence Cumhuriyet tarihinin en ağır enkazını devralacaktık, orada bir değişiklik yok. Sadece enkaz biraz daha büyüdü. Depremin insani boyutu çok ağır. Şu an kayıp 50 binin biraz altında gözüküyor. Ama büyük ihtimalle sayı çok daha büyük. Telefonlarına yanıt vermeyenler, kredi kartı sahipleri gibi şeyler üzerinden bir hesap yapınca can kayıplarımızın çok daha fazla olduğunu tahmin etmek çok da zor değil.
“Bazı ülkelere anlamadığımız tavizler verilerek yüzdürülen bir sistem var”
-Elinizde bir rakam var mı?
Bizim elimizde rakamlar var. Bunlar resmi rakamın çok çok üzerinde. Mesela şuradan da tahminde bulunabiliyoruz. Bizim kayıp parti üyelerimiz var, hiçbir şekilde ulaşamadığımız. O sayı çok yüksek. Özellikle Kahramanmaraş ve Hatay’da İstatistikte “büyük sayılar kanunu” diye bir şey var. Çok büyük bir nüfus içinde ciddi bir örnekleme yaparsanız ve orada kayıp belli bir orandaysa nüfusta da o oranda kayıp olması beklenir. Biz can kayıplarında resmi rakamın üzerinde bir rakam olduğunu bu şekilde tahmin edebiliyoruz.
Sorunuza dönersek Türkiye’de deprem olmasaydı bile seçimi kim kazanırsa kazansın ülke Cumhuriyet tarihinin en büyük krizlerinden birine doğru gidiyordu. Şu an seçime kadar ancak zar zor dayanacak bir sistem var. Şu an Türkiye’de hiçbir şeyin fiyatı kendi kendine belirlenmiyor. Kurlar var, faizler var, borsa seviyesi var. Her alanda devletin müdahalesi hâkim. İnanılmaz bir baskı rejimi ve adı konmamış bir kontrol sistemi kuruldu. Bazı yabancı ülkelere ne olduğunu tam anlayamadığımız bazı tavizler vererek yüzdürülen bir sistem var. Bu sürdürülebilir bir sistem değil ve bu eninde sonunda bir yıkıma yol açacak. Bu depremden önce de böyleydi.
-Kâğıt üzerinde serbest piyasa ama gerçekte başka bir model…doğru mu anlıyorum?
Ben bir model olduğunu bile zannetmiyorum. Dünyada bu kadar vahim hataların yapıldığı bir örnek bilmiyorum. Türkiye’deki problemlerin bir kısmını başka ülkelerin yaşadığı krizlerde de gözlemleyebiliyorsunuz. Ama bütününe bakınca son yirmi yıldır hata var ama son beş yılda hataların seviyesi çok ilerledi. Sanki biri ülkeye kötülük yapmak istiyormuş gibi bir duygu yaratan ağır hatalar. Cehalet, iş bilmezlik, şahsi çıkar hepsi bir araya geldi ve içinden çıkılmaz bir yumağa dönüştü.
“Erdoğan’ın bilimle uyuşmayan inadı aşikâr”
-Bazı Merkez Bankası başkanları ve diğer ekonomi bürokratları Erdoğan’ın ekonomik deneyine “hayır” dedikleri anda resimden çıktılar. Tüm çöküntü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz inadıyla açıklanabilir mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bilimle uyuşmayan bir inadının olduğu çok aşikâr. Ama tahribatın tamamını da onunla açıklamak mümkün değil. Başka çok büyük hatalar da var.
-En büyüğü nedir?
Türkiye uzun yıllar boyunca devletin iç borçlarını TL cinsine çevirdi. Zaten sağlıklı olan odur. Enflasyon çok yükselse bile iç borç kendi para biriminizle olmasının şöyle bir avantajı var; iç borcunuz azalıyor reel olarak faizler yükselince. Oysa 2018’de Berat Albayrak tarafından bir karar verildi ve iç borcumuz dolar ve altına endeksli hale getirildi.
“Her gelenin kendince tuhaf teoriler uyguladığı bir ülke hâline geldik”
-Berat Albayrak’a o kararı aldıran ve Erdoğan’ın da uzun süre arkasında durduğu motivasyon neydi?
Tabii onlara sormak lazım ama bence motivasyon şuydu; Türk Lirası’nın faizi çok yükselmesin, biz dolarda daha az faiz ödüyoruz. Zaten doları düşük tutacağız diye yapıldı. Sonra 2021’de dediler ki Türkiye’nin ciddi bir cari açık problemi var biz şimdi TL’yi değersizleştireceğiz ve faizleri düşüreceğiz ve dolara karşı değer kaybettireceğiz ve bu sayede bir ihracat patlaması yapacağız bu şekilde Türkiye’nin kronik cari açık problemini çözeceğiz. Bu Türkiye’nin cari açık problemini çözmediği gibi bir de iç borç problemi yarattı. Siz ülkeye çivi çakmadan Türkiye’nin borcunu üçe katladınız. Bu sadece yanlış faiz politikasından ziyade yanlış ekonomik kurgu. Her gelenin kendince tuhaf teoriler uyguladığı bir ülke haline geldi Türkiye.
“Doları bilerek yükselttiler”
-Epeydir doların 18 TL civarında tutulduğu bir süreç yaşıyoruz. Eğer istendiğinde bir seviyede tutulabiliyorsa – ki zaten kontrollü bir süreç olduğunu söylüyorsunuz- demek ki en başta 6’dan 18’e çıkmasını da hükûmet tercih etti. Yanlış mı?
Tabii, bilerek yaptılar. Biliyorsunuz bir ara 6.85 gibi bir seviyede tutundurdular. Sonra ondan vazgeçtiler. Sonra tekrar eski sisteme dönerek belli seviyelerde korumaya çalıştılar. Bu tabii Türkiye’nin elindeki bütün rezervlerini harcamasına neden oldu. Hatalar zinciri, tek bir hata değil.
-Sizin “şu tarihte doları 10’a düşüreceğiz” gibi bir taahhüdünüz var mı? Ya da şöyle sorayım; bir toparlanma takvimi ve hedef açısından verebildiğiniz rakam ya da tarih var mı?
Özellikle döviz kuru konusunda, bu tarz spekülatif yorumları doğru bulmuyorum. Bizim önceliğimiz enflasyon. Bunu hızla düşüreceğimizi taahhüt ediyoruz. Burada önemli bir sorun, devletin doğru rakamları açıklamaması. TÜİK o güveni kaybetti. Bundan sonra doğruları söylese bile her zaman üzerinde bir şaibe olacak çünkü alenen doğru verileri sakladıkları bir süreç yaşadık. Bu siyasi bir tercihti. Birçok etkisi oldu, zamlar doğru yapılmadı, insanların maaşları eridi.
Enflasyon şu an çoğunluğu mustarip eden bir gösterge. Dahası devlet doğru rakamları açıklamıyor. TÜİK o güveni kaybetti. Bundan sonra doğruları söylese bile her zaman üzerinde bir şaibe olacak çünkü alenen doğru verileri sakladıkları bir süreç yaşadık.
“12 ay sonra aylık enflasyonu yüzde 1,5’a düşürürüz”
-Enflasyon oranı size göre kaç?
Bizim kendimize göre hesaplarımız var. Ama ben spekülatif bir rakam söylemek istemem. Onun yerine İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) rakamları ile TÜİK rakamları yakın giderdi. Zaten Tayyip Bey’e yakın bir kurum olarak da bilinir İTO. Bu son süreçte TÜİK ile İTO’nun rakamlarının arası ciddi biçimde açıldı. Bir noktada yüzde 28 gibi farklar oluştu. O bence bir gösterge. İstanbul’un enflasyonu ile ülke enflasyonu arasında çok büyük fark yok, o bir alt taban oluşturur. Biliyorsunuz hesap yapan başka bağımsız kuruluşlar da var. Enflasyonun gerçek rakamının bilinmesi önemli çünkü enflasyonu düşürebilmek için vatandaşın enflasyon beklentisini kırmanız lazım. Devletin açıkladığı enflasyona güven yoksa o enflasyonu kırmanız çok zor.
Ben 12 ay sonra aylık enflasyonun – mevsimlikten arındırıldıktan sonra- yüzde 1,5’a indirilmesinin mümkün olduğunu düşünüyorum. Öyle bir hedefimiz var. Bu da yıllık yaklaşık yüzde 20’ye denk gelir. Bu tabii ileriye dönük bir hedef. Tabii biz şu anda iktidarda değiliz. Ekonomiyi ne şartlarda devralacağımız da belli değil. O tarihten sonra yeni bir hesaplama yapılır.
-Peki ya dolar?
Dolar tahminlerini yapmak doğru değil. Eğer Türk Lirası’nın değeri göreceli olarak değişmeyecekse reel anlamda, Türk Lirası’nın enflasyon oranında değer kaybetmesi lazım. Diyelim ki Amerika’da enflasyon yüzde sıfır olsun Türkiye’de de yüzde yüz olsun o zaman ne olacak? Türk Lirası’nın dolara karşı değerini yarı yarıya kaybetmesi lazım. Diğer bir deyişle TL’nin iki katına çıkması lazım dolar karşısında. İşte o zaman tam el ele gider. Tabii ki genelde öyle olmuyor. Türkiye’de enflasyonu kontrol ettiğiniz takdirde uzun vadede Türk Lirası’nın dolar karşısında değer kaybını kontrol edersiniz. Onun için ben dolardan ziyade enflasyon hedeflemesinin daha doğru olduğunu düşünüyorum.
“Ekonomiyi sıkıcı hâle getireceğiz”
-O zaman kimse “seçimde iktidar değişirse olumlu atmosferde dolar bir anda TL 3-5 puan geriler karşısında” gibi bir beklenti içinde olmasın.
Düşebilir ama biz onun üzerinden bir program yapmıyoruz. Ama şunu da söyleyeyim eğer sağlıklı bir makroekonomik kalkınma için istikrar çok önemli. Kendi kuru sürekli yüzde 30 düşen bir ülke problemli bir ülkedir. Biz Türkiye’yi öyle bir ülke olmaktan çıkaracağız. Türk Lirası dengeli bir yere gelecek, sağlıklı bir yerde duracak. Kimsenin bir gecede çok büyük servetler kazanmadığı, yabancıların gelip TL alıp bu işlerden çok büyük kar etmediği bir ülke olmak istiyorsanız kendi para biriminizi çok dalgalandırmayacaksınız. Siz hiç duydunuz mu, Çek Cumhuriyeti’nin para biriminin bir gecede yüzde 40 zıpladığını ya da indiğini? Olmaz. Türkiye’de de bu olmayacak diyoruz. Türkiye birinci sınıf bir ekonomi yönetimi tarafından idare edilen bir ülke olacak. Bu konular halkın önceliği olmaktan da çıkacak. Şu an Türkiye’de insanlar aşırı derecede ekonomik terimlerle iç içe yaşıyor. Herkes swap ne öğrenmiş durumda çünkü bu kompleks terimler insanın günlük hayatını etkiliyor. Bizim amacımız refah seviyesini yükselterek halkın günlük bazda bu tür şeylerle ilgilenmek zorunda kaldığı dönemi sonlandırmak istiyoruz.
Türkiye’de ekonominin sağlığı dolara bakılarak söyleniyor. O da sağlıklı bir şey değil. Bunlar insanların Türkiye’de ekonomiden ne kadar mustarip olduklarını, acı çektiklerini gösteren şeyler. Bizim iktidarımızda insanlar başka şeylerden konuşacaklar. Uzun vadede ekonomi bu kadar önemli olmayacak. İşler toparlanıp istikrar geldiği zaman dolar oynamayacak, faizler pek değişmeyecek, fiyatlar pek değişmeyecek. Biz aslında ekonomiyi sıkıcı hale getireceğiz.
“Otokratik liderlerin anketlerden yüksek oy aldığı örnekler unutulmasın; rehavete kapılmak yok”
-Geçen bir söyleşide şunu söylemişsiniz: “Bizi çok fazla zorluk bekliyor bu süreçte çünkü otokratik liderler kolay bir şekilde seçimleri kaybedip gitmiyorlar. Bizimle aynı otokrasi deneyimini yaşayan ülkelere baktığınızda otokratik liderlerin her türlü çirkinliği yapabileceği ve tüm denetim gücü de arkalarında olduğu için kamuoyu yoklamalarının çok üzerinde oy alabileceğini biliyoruz. Tayyip Bey bizi zorlayacak.” Bir de Brezilya seçimini örnek vermişsiniz. Bolsanaro seçimi kaybettiğini kabul etmedi, halkı sokağa döktü.
Tayyip Erdoğan kaybederse seçim sonuçlarını tanımama eğilimine girebilecek bir lider mi sizce, bunu mu kastettiniz?
-Haksız rekabetin ötesinde başka endişeler de var. Siz de denk geliyorsunuzdur, AKP iktidarının elindeki devlet gücünü kullanarak iki üç puanı tıraşlayabileceği yönünde konuşmalar yapılıyor pek çok ortamda. İhtilaflı sandıklarda YSK’nın iktidar lehine karar verme ihtimali keza endişe yaratıyor.
Ürkütücü. Onun için seçim güvenliği, sandıkların savunulması çok önemli. Bizim buna yönelik çok ciddi çalışmamız var. CHP’nin de var. Diğer partilerin de var ama onların insan gücü daha az olduğu için bu iş büyük ölçüde CHP ve İYİ Parti’nin yapması gereken bir şey. Sandık savunması depremden sonra daha da önem kazandı çünkü biz birçok sandıktaki görevlimizi kaybettik. Depremden kaynaklanan başka belirsizlikler de var. Tam olarak kaç kişi kayıp, bu insanların adına birileri sahte oy kullanabilir mi? Bunların hepsinin çalışılması gerekiyor. Ciddiyetle çalışılıyor. Onların elinde devletin gücü var. O yüzden de bizim onlardan daha fazla çalışmamız lazım. Bu iş ciddiyetle yapılırsa yüzde 2-3’lük bir tıraş yapılamaz. Ama boş bulunur, rehavete düşerseniz bir anda farklı bir senaryo ile karşılaşabilirsiniz.
-Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu HDP’yi ziyaret etti. O görüşmede HDP’nin kapatılmasının sandık güvenliği açısından sıkıntı doğurabileceği yönünde yorumlar yapıldı. HDP’nin kapatılması konusundaki pozisyonunuz nedir? Olası bir kapatmanın HDP’nin kuvvetli olduğu yerlerde sandık güvenliği açısından risk olduğu yönündeki kanaate katılır mısınız?
Bizim her türlü şeye hazırlıklı olmamız lazım. Tabii ki o bölgelerde en çok oy alan iki partiden birinin kapatılması ciddi problem teşkil eder seçim güvenliği açısından. Bizim ona da hazırlıklı olmamız lazım. Hiçbir şeye şaşırmamız lazım. Her türlü senaryoya hazırlıklı olmamız lazım. Tabii ki güneydoğuda HDP önemli olan bir parti, bazı köylerde mezralarda başka partilerin oy almadığı cepler var.
“Seçim öncesi parti kapatılmasını doğru görmüyoruz”
–Her şeye hazırlıklı olmamız lazım derken HDP’nin kapatılması ihtimalini kuvvetli mi görüyorsunuz?
Ben konunun uzmanı değilim. Ama Türkiye’de parti kapatılmasının bir problemi çözmediğini başka türlü çözümlerin gerektiğini düşünüyorum.
-Yani kişisel olarak parti kapatmalara karşısınız, doğru mu?
Bakın Almanya’da mesela bazı siyasi partileri açmak yasaktır. Her ülkenin belirli çizgileri var.
-Açık soykırım çağrısı yapan Nazi eğilimli bir partiler yasak evet.
Tabii tabii. İnsanlar genelde olayları böyle uç yerlere götürüp demagojik tartışmalara sokuyorlar. O tür demagojilere kapıyı kapatmak için söylüyorum. Türkiye’de HDP görüşünü temsil eden birçok parti kapatıldı. Bir çözüm sağladı mı o partilerin kapatılması? Ben zannetmiyorum. Bunu bir kere bir kenara koymak lazım. Diğer mesele de şu; Türkiye’de şu an insanlar yargıya güvenmiyor. Yargı tamamen iktidarın kullandığı bir araç haline geldi. Böyle bir ortamda bu tür kararlar halkın güvenini daha da sarsar. Biz şu an herhangi bir konuda verilen kararın hukuksuz olduğunu düşünüyorsak, böyle bir ortamda parti kapatma gibi önemli bir konunun tartışılması da rahatsız edici. “Biz hükümet tarafından kullanılan bu yargıya inanmıyoruz” deyip sonra da “ama bu konuda doğru karar veriyor” demek kendi içinde problemli bir bakış açısı. Biz seçim öncesinde bir partinin kapatılmasını uygun görmüyoruz. Ama kapatılabilir mi? Kapatılabilir. Çünkü Tayyip Bey’in bugün yargı üzerinde büyük bir kontrolü var. Bunu da üzülerek söylüyorum. İşini doğru yapan hakimlerden de özür diliyorum ama maalesef gözüken köy kılavuz istemiyor.
“Ticari ihtilafın rüşvetle çözüldüğü ülkede kimse yatırım yapmak istemez”
-Ekonomi ne kadar düzgün yönetilse de bu söylediğiniz alanlarda yani hukukun üstünlüğü, yargıya güven ve ifade özgürlüklerinin olmadığı ortamda ekonomi ne ölçüde toparlayabilir? Demokrasinin olmazsa olmazlarını tedavi etmeden ekonomiyi tedavi etmek mümkün olur mu?
Orada bir kavram kargaşası yaşanıyor. Kuralların doğru çalışmadığı, kuralların belirsiz olduğu, ticari ihtilafların rüşvetle çözüldüğü bir ülkede kimse yatırım yapmak istemez. Hukukun şahsa bağlı olmadığı bir düzen ekonomi için gerekli. Tek başına yeterli değil ama gerekli. Demokrasi ve insan hakları ise farklı bir boyut. Biz ülkede demokrasi olmasını sadece ekonomik kalkınma için istemiyoruz. İnsanca yaşamak için istiyoruz. Ama öte yandan şunu da hatırlatmak lazım Kore çok büyük atılım yaptığı yıllarda çok demokrat bir ülke değildi. Ama kurallar belliydi ve kurallar çalışıyordu. Türkiye’de kurallar belirsiz, kurallar çalışmıyor. Bir de üzerine temel hak ve özgürlükler ortada yok. Tweet atanın tutuklandığı bir ülke. Bunların ikisini de düzeltmek lazım, doğrusu o. İkisini birden düzeltmemiz için ilk önce bu ucube sistemden kurtulmamız lazım. Onun için bu seçimde Cumhur İttifakı’nı yeneceğiz sonra da güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçerek kurumları geri getireceğiz. Biz bir deney yapmayacağız.
“Bu ittifak bozulmaz”
-Şöyle yorumlar da var; “Seçimi belki Millet İttifakı kazanır ama bu altı partili sistem zor bir mimari. Devraldıkları enkazı yönetemeyecekler, kendi içlerimde çatışacaklar.” Meral Hanım’ın malum 3 Mart çıkışı ve geçen hafta Mansur Yavaş’ın beyanlarını bu çerçevede okuyarak İYİ Parti’yi ittifakın öngörülemez aktörü olarak gören bir kesim var. Yavaş’ın şu an CHP üyesi olmasına rağmen kendisinin Akşener ile ülkücü çizgide ortaklaştığına dair bir kanaat var keza.
Tam tersine, İYİ Parti çok öngörülebilir bir aktör. Bizim kazanabilecek aday konusundaki ısrarımız başından beri biliniyordu. Ve masada mutabakat üzerinden gidiliyordu. O noktada mutabakatı alınmadan bir dayatma olunca Meral Hanım bir tepki verdi. O anlaşılabilir bir tepki. Tonu dili ayrı bir tartışma konusu. Ama o tepkinin ardından daha kuvvetli bir sonuç ortaya çıktı. Zaten bu kamuoyu araştırma şirketlerinin de tespit ettiği bir şey. İki belediye başkanımız da tartıya birlikte çıkınca Kemal Bey’in seçilme şansı artıyor. Amacımız seçimi kazanmak ise o sürecin bir katkısı oldu. Adayımızın kazanma şansı arttırıldı. Bu son tartışma farklı. İYİ Parti’nin güdümünde değil. Zaten bunu söylemek Mansur Bey’e de haksızlık olur.
-Meral Hanım’ın genel başkanların da milletvekili seçilmesi yönünde bir arzusu, eğilimi var mı?
Yo Meral Hanım’ın böyle bir eğilimi yok. Daha önce bu pazarlıklar sırasında ilk önerilen o idi. Daha sonra ondan vazgeçildi. O konu kapandı Meral Hanım için. Ama Mansur Bey anladığım kadarıyla ilk teklif edilen o versiyonun daha makul olduğunu düşünüyormuş. Bence bu tür tartışmaları basın üzerinden yaşamak doğru değil. Bizim Millet İttifakı’nın iyi yapmadığı şeylerden biri birçok mevzuyu basın üzerinden tartışmak oldu. Bu tür şeyleri kapalı kapılar ardında konuşmak daha sağlıklı. Varsa burada bir iyileştirme olanağı, bu içerde yol bulunarak çözülebilir. Kendi aramızda tartışmalardan ziyade elimizden gelen en iyi kampanyayı yapmaya yoğunlaşmalıyız. Ama şu konuda da vatandaşın içi çok rahat olsun; bu ittifak bozulmaz. Bu seçimin kazanılması Türkiye’nin geleceği için çok önemli. Seçimin kazanılması herkesin ilk ve tek hedefi olmalı önümüzdeki süreçte. Tabii içerde anlaşmazlıklar her zaman olabilir. Ama tek kişinin yönettiği bir sistemin Türkiye’yi getirdiği yer ortada. Umut ederim Memleket Partisi de nihayetinde buraya destek verir, diğer küçük partiler de.
“Şirketler dolar almak istediğinde telefonlar çalıyor”
–Diyorsunuz ki 15 Mayıs sabahı bazı bürokratlar ülkeden kaçacak.
Kaçabilirler diyorum. Kaçıp kaçmamaları çok da önemli değil aslında. Önemli olan görevi bırakacak olmaları. Birçoğu o görevlerde olmamayı tercih edecek. Bakın şu an Türkiye’de bir baskı rejimi var ekonomi üzerinde. Birçok yapılan uygulama esasen doğru değil, kanuni de değil. Birçok şey kurallar bükülerek yapılıyor. İnsanlar bu tür gri alanlarda iş yapıyorsa ve bir iktidar değişikliği olacaksa bu tür işlemleri yapmayı ret edeceklerdir.
-Nasıl işlemlerden bahsediyorsunuz?
Şu an Türkiye’de şirketler döviz almak istedikleri zaman telefonlar çalıyor, bankalar aranıyor “yapmayın” deniyor. Kurallar içinde olmayan mekanizmalar işletilerek insanlara telkin ve baskı yoluyla….
-Bir dakika, burayı açalım. Dolar satın almak isteyenlere “almayın” baskısı yapılıyor. Doğru mu anladım? O şirketin dolar almak istediğini nereden biliyorlar?
Banka aracılığıyla bir talepte bulunuyorsunuz Merkez Bankası da onu görüyor ve o bankayı arayıp “Sizin müşteriniz niye bu miktarda dolar talep etti?” diye soruyor. “Sen onu şimdi yapma şöyle yap..kur riskini dağıtacak yöntemler kullan (hedge et)” gibi telkinler, yan çözüm önerileri…yönlendirme hafif bir kelime, baskı rejimi var. O zaman deyin ki “Türkiye’de sermaye kontrolü var, bir kimsenin ne kadar dolar alıp satabileceğini devlet belirliyor.” Ama bunu demeyip dolambaçlı yollardan bunu yapıyorsunuz ve gri alana düşüyorsunuz.
“Bürokratlar gri alana düşmek istemeyecek”
-Aslında de facto olarak sermaye kontrolü var.
Tabii ve gittikçe de resmi olarak bunun dozu arttırılıyor. Sürekli kurallar değişiyor. Kuralların ne olduğu da çok önemli değil artık. Kuralların değişmeyeni makbuldür. Bir de bunun gibi uygulanan ama adı konmamış kurallar var. Bunların sonucunda olacak şey şu; belli bir noktada bürokratlar artık bu gri alanlara düşmek istemeyecekler. Başka bir deyişle seçimin ertesi günü mevcut baskı rejimi fiilen bitecektir.
“AKP dövizi karneye bağlamaya doğru gidiyor”
-Merkez Bankası iki gün önce tüzel kişilerin döviz pozisyonlaması diye yeni bir düzenleme bilgisi geçti bankalara. Ne anlama geliyor bu?
En basit anlatımıyla Türkiye’nin dövizi bitiyor, devlet dövizi karneye bağlamaya doğru gidiyor anlamına geliyor. Bu sürecin ilk ayağı diyebiliriz. Herkesin talebine yetecek kadar döviz yok, devlet kendi belirlediği ihtiyaçlar ve hedefler doğrultusunda kimin ne kadar dövize erişimi olacağına karar vermek istiyor. İnsanların dolar almasını zorlaştırmaya çalışıyor, bu doğrultuda yeni yeni zorluklar çıkarıyor.
Röportajın tamamı burada.